Hissedi-YorumYazı-Yorum

Mardin

Yoldan, yolculuktan ve yolcu olmaktan bu kadar bahsederken, dünyadaki fiziki yolculuğumun başladığı yeri anlatmadan olmazdı.

İnsanın kökleri ile yüzleşmesinin öneminden bahsedilir bir çok yerde. Tamamlanmak için ne kadar gerekli olduğu anlatılır. Zira hiçbirimiz bağımsız canlılar değiliz. Hatta aksine çok derinden bağlıyız birbirimize.

Ne kadar zor bir şey aslında kökler ile bağ kurmak. Çoğunlukla kendimizi ait hissetmediğimiz yerleri ve onlar gibi olmaktan kaçındığımız insanları görme ve kabul etme hali… Zor…

Elbette doğumun da öncesine dayanıyor hikayelerimiz. Ama ben bu yazıda yolculuğumun, doğumum ile başlayan kısmı üzerinde duruyorum.

Mardin, babamın büyüdüğü, kendini ait hissettiği şehir. Kar yağınca mutlu olduğu şehir. Çocukluğu kokan şehir. Benim için de hayatımın çoğu aşamasında sadece bir şehir olan şehir. Öyle görmek istediğim, hatta bazen diğer tüm şehirlerden daha az sevdiğimi düşündüğüm, içinde acı taşıyan bir şehir. Annemin ve babamın yaralarını taşıyan şehir. Onların isyanlarını, yalnızlıklarını, işkencelerini taşıyan şehir. Aynı zamanda ilk kez çift oldukları şehir. Anne ve baba oldukları zamanın şahidi olan şehir. Her ne kadar kendimi oradan uzak konumlandırmaya çalışsam da, oradan ve orası ile ilgili tüm kavramlardan kaçmaya çalışsam da, yüreğimin tam orta yerini arada bir sızlatan şehir. İçinde bazı parçalarımın kaldığı ve galiba sonsuza dek kalacağı şehir.

Bu fotoğraf, yetişkin halimle gittiğim zamandan. İlk ve son gidişim. Daha da gider miyim bilmiyorum ama arada sırada içimden bir ses, “Gideceksin.” diyor. Bakalım…

İki kez tutuklamışlar babamı. İlkinde bir yaşındaymışım. İkincide iki. Sonra bir yıl yokmuş babam. Üç yaşımda onu tekrar tanımaya başlamışım. İki cümlelik özetlerin içindeki acının yükü ne ağır aslında. Acının kokusu var mı bilmiyorum ama bunları yazarken burnumda bir koku var. Ağır, bastıran, boğan bir koku. Benim tüm travmalarım benzer kokuyor aslında. Duman gibi… Ondandır, hayatta en çok boğulmaktan korkarım. Boğularak ölmekten.

İnsan temiz havada da boğulabilir bence. Oraya ait hissetmiyorsa, orada sevilmediğini düşünüyorsa, değer görmüyorsa, duyulmuyorsa boğulabilir. Hava ile ilgisi pek de yok yani aslında. Mardin öyle işte. Değer görmediğimi, önemsenmediğimi ilk kez hissettiğim yer orası. Ondan bu kadar zorlanıyorum oranın bir parçam olduğunu kabul etmekte. Ve orada bir parçamın kalmış olduğunu…

Bu yazıyı bir yere bağlayamıyorum. Neden yazdığımdan bile emin değilim aslında. Sesli daha doğrusu yazılı düşünme oldu galiba. Yok, düşünme değil de hissetme oldu.

Şimdi bu hislere biraz alan açma zamanı galiba. İçimdeki kötülerle tek tek karşılaşma zamanı sanki bu aralar. Terapistim, “neden kötüyü kabul edemiyorsun?” dediğinden beri sürekli bu soruyu düşünüyorum. içimdeki tüm kötüleri sırayla anmak ve orada olduklarını görmek zamanı işte. Bütün olabilmenin yolu, tüm parçaları kabulden geçiyor galiba. Hoş, hiçbir zaman bütün olamayacağını bilerek bu yolu yürümek de ayrıca düşünülesi…

Havada bırakmış gibi oldum, bu da böyle olsun. Yarım kalmış olalım bu sefer de…