Söyleşi-Yorum : Nevzat Yılmaz
İlk söyleşimizi, çok değerli bir müzisyen olan Nevzat Yılmaz ile yaptık. Keyifli okumalar.
Kimdir Nevzat Yılmaz? Hikayeniz nerede ve nasıl başladı? Nasıl bir aileye doğdunuz? Tanıyabilir miyiz biraz sizi?
Düzce doğumluyum. Babam postacıydı. Annem hiç okula gitmemiş, çiftçilik yapan bir ailede doğmuş ve yetişmiş. Amcam ilkokul öğretmeniydi. Müziğe gönül vermiş bir adam… Bir çok çalgıyı iyi seviyede çalan, besteler yapan, Aşık Veysel ile birlikte bağlama çalmış bir gönül adamı… Benim hikayem amcamın elime tutuşturduğu bağlama ile başladı. Sanırım dokuz on yaşlarındaydım. Bağlama çalmayı hep sevdim ve ileri seviyede çalmayı da başardım. Düzce’de köy düğünlerinde 19 yaşıma kadar bağlama çalıp, harçlığımı çıkardım. Müzisyenliği meslek olarak düşünmek o zamanlar hayaldi. Daha sonraları, babamın ısrarıyla Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü sınavlarına girip kazandım. İşte bundan sonra yaşamımda ciddi bir kırılma yaşandı. Yaşamımın ikinci evresine ayak bastım. Hep şunu hissettim; istediğim buydu!
Taşradan gelen alt kültüre ait bir delikanlının, İstanbul’da tutunmasının tek bir yolu vardı; çok çalışmak. Ben de öyle yaptım. Çalıştıkça müziği ve müzisyenliği daha çok sevdim. Yorulmak bilmeden sevgiyle çalışınca, yaşamının anlamını keşfediyor insan; bir ucundan yakalamaya çalışıyor. Buradayım ve hikayemi yazmaya devam ediyorum…
Sizi Göç ve No:34 albümlerinizle tanıyoruz. Bir albüm için nasıl hazırlanıyorsunuz? Müziğinizi bize sunarken içinizde nasıl bir duygu ön planda?
Bir albüm yapmadan önce nasıl bir şey olacağını kestiremiyorum açıkçası. İnsan yaşamında bir çok şey biriktiriyor ama bunların hangilerinin yapmak istediği şeye hizmet edebileceğini kestiremiyor, ya da bende böyle… Okuduğum kitaplar, üzerine düşündüğüm meseleler, konuştuğum insanlar, gezdiğim sokaklar… Göç albümünden önce tarih okumaları yapıyordum. Konferanslara gidip Türk Tarihi, Anadolu, medeniyetler tarihi üzerine çokça düşünüyordum. Sanırım onların sonucu Göç. Neticede şu soru hep karşımda: ‘’Neden bir müzik albümü yapayım ki?’’. Cevap kolay gibi gelebilir ama biraz daha derinde cevaplanması zor olan bir soru ile karşı karşıyayız. Neticede bu refleks bir yerde beni harekete geçiriyor ve çok sert ve heyecanlı birr alışmanın içinde buluyorum kendimi. Göç albümünün bütün beste ve aranjmanlarını bir ay gibi bir sürede tamamlamıştım. No:34’de de öyle oldu.
Göç albümünüzü dinlemek mesela büyük huzur veriyor. No:34 ise büyük bir coşku uyandırıyor. Bunu öngörmüş müydünüz, bile isteye siz mi tercih ettiniz? Sizce bir müzisyen baştan bunları tahmin edebilir mi?
Bir hikayeye başlamadan önce hayal gücü sayesinde bağlamı kurmak ya da kurgulamak sanatçı için vazgeçilmezdir. Yolda karar verdiğim çok şey olsa da ilk başta resmin tamamını görmeye, imgesini oluşturmaya önem veriyorum. Bunu başarabildiğimi hissettiğim an eyleme geçiyorum. İki albümde de bu öngörüyle hareket ettim. Sonuçları benim isteğimin dışına çıkan ya da arzu ettiğim bağlamdan sapan durumları bertaraf etmek bu sayede mümkün bence. Bundan sonrası bunu başarabilmek için sahip olduğum bilgiye ve beceriye bağlı. Sonuçta beni de şaşırtan yaratımlarla karşılaşıyorum yolda. Bu da heyecan verici bir durum tabii ki.
Dizi, çizgi film ve film müzikleri yaptığınızı da biliyoruz. Bu işi her müzisyen yapabilir mi sizce? Bir anlatının üstüne müzik yapmak için en çok neye dikkat etmek lazım?
Bir anlatıda müzik ikincildir. Anlatının fikrinin veya duygu durumunun altını kırmızı kalemle çizen ikincil bir öğe. Böyle bir durumda müzik bestelerken anlatının mekanı, zamanı ve karakterlerin bu zaman-mekan ikiliğinde nerede durdukları, nasıl tepki verdikleri önemlidir. Şöyle bir örnek verebilirim: İstanbul’da boğazda yalıda oturan bir ailenin görüntüsünün altında bağlama çaldıramazsınız. Neden? Çünkü onlar artık şehirli bir kültürün insanlarıdır. Her ne kadar geleneksel olsalarda bu böyledir. O zaman yapacağınız şey geleneksel olan ama şehirli bir müzik seçmeniz: Türk müziği, ud, kanun vb… Eğer o ailede fazla batı yaşam tarzına yaklaşmışsa piyano kullanmanız daha doğru olur. Piyano ve ud aynı anda bir müziği de icra edebilir ki bu da başka bir şeye işaret eder.
Çok değişik müzik türleriyle ilgilendim ve çaldım. Arabesk, halk müziği, pop, klasik müzik, caz… Bu türlerin her biri benim dünyamı zenginleştirdi. Bence bu sayede, çok farklı türde dizilerin müziklerini yaparken melodi üretmekte zorlanmadığımı farkettim. Bir stilde uzmanlaşmak ve o tarzda müzikler yapıyor olmak, dizi ve film müziği için hem avantaj hem de dezavantaj gibi geliyor bana. Her müzisyenin yapabileceğini sanmıyorum. Sorun müzikal yeterlilik değil. Arka planda hızlı üretim, saatler süren edit, sahnelerin içinde yatan duygu durumları, sahnelerde kullanılan çalgılara hakimiyet gibi bir çok durum var. Ama en önemlisi çelik gibi bir sinire sahip olmanız ve zamanla yarışmayı ve ona direnç göstermeyi baştan kabul etmeniz lazım. Bunlar da bırakın müzisyenleri birçok insanda olmayan beceriler.
Müzik nedir sizce? Ne yapar bize? Ne yapmalı?
Müzik, seslerin yan yana gelmesinden oluşan matematiksel bir ses yığını da değildir, ruhun gıdası da değildir bence. Her hangi bir şey hakkında bir tanım yaparsak o tanımın sınırları içine hapsoluruz. Onu hep o çerçevede değerlendiririz. İkinci sorunuz bence çok isabetli. Müzik bize ne yapar ya da ne yapmalı? Bunlara bir soru da ben ekleyeyim:Müzik ne işe yarar? Bir müzik eseri, herkes için ayrı ayrı şeyler ifade eder. Çünkü her insanın yaşamı biriciktir ve öyle kalması çok iyidir. Müzik bir şey yapacaksa her birimizin katı yönlerini törpüleyen, bir adım geriye çekilip birbirimize hoşgörülü olmamıza imkan veren bir dünya önermesi bence yeterli. Gerisi her bireyin biricikliği içinde kurduğu dünya ile ilgili. Geldiğimiz noktada sanattan da beklentim şudur: insanların birbirlerine hoşgörülü olmayı sağlaması ve daha az ile yetinmenin erdemini gösterebilmesi.
Yeni bir video serisine başladınız. İsmine de “Müzisyenin El Kitabı” dediniz. Bunca yıldır birikenleri aktarmak gibi düşünebilir miyiz bunu? Sizi izleyen, takip eden müzisyenlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Müzisyenler dış dünya ile aralarına sınır koyan ve bunun sağladığı imkanları kullanmayı seven insanlardır. :)) Ancak kendi iç dünyaları hakkında fazla düşünmeyen, içsel sorunları tahlil edip çözmekte pek mahir olamayan bir grup. Benim takıldığım yer burası aslında. Birikim aktarmak dendiğinde, bu girilmeyen alanları anlıyorum. Ben de oraya girmeye çalışıyorum. Bu alanlar psikoloji, sosyoloji, felsefi düşünce. Kendini bir müzisyenden daha fazla sanatçı olarak gören, ancak donanımının çok azını bu alanlardan edinmiş çok müzisyen tanıdım. Biraz onlarla diyalog gibi düşünebiliriz bu videoları. Genç müzisyenler için ise yolun başında hem kendi iç dünyalarını zenginleştirmelerinin hem de dış dünyayı anlamalarının gerekli olduğunu söylüyorum bu videolarda. Kitap önerilerim de biraz bu yüzden.
Sabahları yataktan kalkma motivasyonunuz ne?
Kahvaltı. :)) Kahvaltıyı çok severim ve şairin dediği gibi kesinlikle mutlulukla bir ilgisi var. :))
Pandeminin en çok zorladığı alanlardan biri de sahne sanatları. Konserler, tiyatrolar ve sahne şovları her zaman ilk iptal edilen organizasyonlar oldular. Bu durum sizi nasıl etkiledi?
Çok kötü zamanlar. Otuz yıldır sahnelerdeyim, çok şey yaşadım ama böylesi hiç olmadı. Bizler maaşla geçinen insanlar değiliz. Konser olacak, para kazanacağız ve yaşamımızı devam ettireceğiz. Bir çok insan bunun bir yaşam mücadelesi olduğunu, müzisyenliği bir meslek olduğunu idrak edemiyor. Dolayısıyla toplumdan yeterli desteği alamıyoruz. Zor zamanlar…
Sizce Türkiye’de ve dünyada müzisyenlerin çalışma koşulları ve sistemleri yeterli mi? Neler daha iyiye gitmeli?
Bence müzisyenler yaşam tarzı olarak “beyaz yakalılar” diye tanımlanan grup davranışına yöneldi. Bizden bir kuşak önceki müzisyenler, karşılaştıkları sorunları birlikte çözme iradesine bu dönemkilerden daha fazla sahipti gibi geliyor bana. Müzisyenler artık bir cemaat gibi değil, bir topluluk gibiler. Birbirlerinin dertleriyle dertlenmiyorlar. Aşırı bireyselleşme dediğimiz hastalık bu. Beyaz yakalılara yaklaştılar demem de bu yüzden. Bence bütün dünyada da böyle bu. Dolayısıyla çalışma koşullarını düzeltecek bir örgütlenme, daha ilk aşamada hüsrana uğruyor. Avrupadaki müzisyenlerin haklarının korunması, diğer bütün alanlardaki hak talepleriyle paralel ilerlediği için doğal bir süreçten geçmiş gibi anlıyorum bu durumu. Bizim memlekette hak talepleri çoğunlukla geriye itildiği için ve müzik sektörü de en son akla gelen alanlardan biri olduğu içi işimiz zor.
Sizce Türkiye’de yaşayan her müzisyen emeğinin karşılığını alabiliyor mu?
Nereden baktığımıza bağlı. Şöyle düşünelim: birçok meslek grubu var. Buralarda başarılı insanlar var ve yaptıkları işin karşılığını alarak rahat bir yaşam sürebiliyorlar. Bizim meslek grubunda da çok başarılı insanlar var ama onlar kadar rahat bir yaşam süremiyorlar. Ülkenin voleybolcuları ile futbolcuları arasındaki yaşam farkını düşünürsek daha iyi anlaşılabilir bu konu. Ancak tersi de mümkün. Saatlerce madende çalışan ve asgari ücret alan bir madenciden daha fazla para kazanıyoruz. Bu üç grubu birbirinden ayıran şeyi sanırım herkes biliyor ya da bildiğini sanıyor. Toplumda her birimizin bir işlevi var ve bu işlevin karşılığı olan şeyde adaletsizlik var. Önem sırası adaletsizce yapılandırılmış durumda. Bana sorarsanız böyle bir önem sırası yok. Bu sanal ayrımın bizi nerelere getirdiği açıkça görülüyor.
Sizin çok iyi bir okuyucu olduğunuzu da biliyoruz. Özellikle de felsefe ve sosyoloji okumaları yapıyorsunuz. Disiplinler arası okuma yapmanın bir müzisyene faydaları nelerdir sizce? Yaratım süreçleri ile doğrudan bir ilgisi var mı?
Okumayı seviyorum. Yaşadığım dünyayı anlamamı ve yeni anlamlar üretmemi sağlıyor. ‘’Entellektüel Göç’’ diye bir kavram var. Bunu önemsiyorum. Bizim dünyamıza ait olmayan bir alanda yaratılmış bir kavramın buraya ve şimdiye aktarımı. Kavramı bağlamından koparmadan bizim için, yaptığımız iş için imkanlarını kullanmak. Bu da farklı okumaların bizi ne kadar beslediğinin bir kanıtı. Garip gelebilir ama şöyle kitaplar okudum ve beni çok etkiledi: Bokun Tarihi ya da Edebiyat ve Felsefede Çöp Üzerine… Böyle ilginç kitapları seviyorum açıkçası. :)) Ben bütün her şeyin ilmek ilmek birbirine bağlı olduğunu ve bu bağları keşfetmenin, yaratıcılığın önemli bir koşulu olduğunu düşünüyorum.
Müzik felsefesi ve sosyolojisi okumak isteyenlere hangi kitapları önerirsiniz?
Pierre Bourdeiu’nun bütün kitapları; Howard Becker, Sanat Dönyaları ve Hariciler; Vera L. Zolberg, Bir Sanat Sosyolojisi Oluşturmak; Edward Said, Müzikal Nakışlar; Nazan İpşiroğlu, Resimde Müziğin Etkisi; Jacques Attali, Gürültüden Müziğe; Antonio Negri, Sanat Ve Çokluk; John Carey, Sanat Neye Yarar?
Bir müzisyen, özellikle de üreten taraftaki bir müzisyen en çok nelerden beslenir sizce? Üretimlerin kaynağı nedir?
İçinde yaşadığı kültürün farklı vehçelerinden. Farklı diyorum çünkü bu farklı olana karşı, son zamanlarda tehlikeli gözüyle bakılmaya başlandı. Bence üretimdeki kısırlık buradan kaynaklanıyor. Farklı olana karşı duyulan nefret. Buradan çıkamazsak daha da daralacağız ve kısırlaşacağız. Nietche’nin dediği gibi ‘’Çöl Büyüyor. ‘’
Özellikle benimsediğiniz müzik merkezli felsefi bir görüşünüz var mı? En çok hangi filozoflar etkiledi sizi?
Hepsinden etkilenmişliğim var ama galiba en çok Deleuze. Beni hep sarsmıştır ve sarsmaya
devam ediyor. Müzik merkezli bir felsefi görüşün, felsefenin de müziğin de ruhuna aykırı olduğunu düşünüyorum. İdeolojiye dönüşme tehlikesi olan her durumdan kaçınmak gerekir. Sonuçta varacağımız yer orası olsa bile. :))
Bu etkilerin müziğinize ve müzik piyasasındaki duruşunuza da yansıdığını söyleyebilir miyiz?
Bilemiyorum. Belki bu soruyu diğerlerine sormak lazım. Sadece kendimi ifade etmenin bir yolu olduğunu düşünüyorum.
Size, yıllardır tartışılan o ünlü soruyu soralım son olarak. Sizce sanat toplum için mi yoksa sanat için mi?
Yaptığımız her şey insan dünyasını kurmak içindi ve şimdi de öyle. Doğayı kendimize göre düzenledik. Medeniyet dediğimiz şey biraz da budur. Sanat dediğimiz şeyi icat ettiysek veya bulduysak beşeri bir dünya için gerekli olduğundandır. İnsana ait olan her çaba “insan dünyası” içindir.
Bizi okuyanlara, dinleyicilerinize söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Birbirimizden ne kadar farklıysak o kadar zenginiz. Bu farklılıkları avantaja dönüştürmezsek
çölün ortasında kavrulup yanacağız. Tek dileğim birbirimize karşı daha fazla hoşgörü ve azla
yetinmeyi bir yaşam felsefesi edinmemiz. Herkese sevgilerimi gönderiyorum. Böyle nitelikli
sorular için de ayrıca teşekkür ederim…